Cuma, Mart 29, 2024

12 Eylül’ün 41’inci yıldönümüne saatler kalmışken rüzgarı önüne alıp giden kadınlar, yaşadıklarını anlattı. Mamak Cezaevi’nde yaşadıklarından bahseden Latife Türkyılmaz, “Mücadeleden hiç vazgeçmedik. Hedefimiz devrim ve sosyalizm. Bir gün mutlaka” diyor

12 Eylül karanlığına karşı rüzgârı önüne alıp giden kadınlar anlatıyor: Sosyalizm, bir gün mutlaka

Sarya TOPRAK

“Bu mücadelede onlarca kadın yoldaşımızı kaybettik. Bu katliamların hiçbirini hiçbir gün unutmadık, unutmayacağız.”
“Kadın olduğumuz için de bir sürü aşağılamayla karşı karşıya kaldık. Yani kadınlar ikinci bir işkenceyle daha karşı karşıya kaldı diyebilirim.”
“Tüm bunlara rağmen dayanışma bizi ayakta tuttu. Belki bugünlerde örnek olması gereken bir dayanışma bu.”
“Her gün dayak yiyorduk. Ama dayak yerken birbirimizin önüne geçiyorduk birbirimizi korumaya çalışıyorduk.”

Bu sözler, 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra Mamak Cezaevi’nde tutuklu kalan devrimci kadınlara ait. Darbenin 41’inci yıldönümüne saatler kalmışken o gün direnen kadınlar, bugün de aynı dirençle mücadele ediyor. Kadınlar, geleceğe umut taşıyor. 12 Eylül yalnızca ekonomik ve siyasi bir biat ettirme politikası izlemedi, solun tüm değerlerine karşı da savaş açtı. Türk-İslam sentezi yapılara büyük bir hareket alanı tanıdı. Yani 12 Eylül AKP’yi kendi elleriyle yarattı. 12 Eylül’e kadar giden süreçte ve sonrasında muktedirlerin kurmaya çalıştığı baskı rejimine karşı direnenler var, umut oldular. Sokaklarda, meydanlarda, kampüslerde mücadele edenler hâlâ aramızda… Bu süregelen direnişin en önemli dinamiği ise kadınlar. Kadınlar okundukça umut ettirecek öyküler bıraktı. Bu öyküler öyle umut dolu ki 12 Eylül’ün yarattığı tahribata yenilmeden bugün hakları, hayatları için mücadele eden kadınlara pusula oluyor. İstanbul Sözleşmesi’ne düşman olanlar, kadınları gericilik sarmalına sıkıştırmaya çalışanlar darbecilerden devraldıkları politikaları sürdürüyor.

12-eylul-karanligina-karsi-ruzgari-onune-alip-giden-kadinlar-anlatiyor-sosyalizm-bir-gun-mutlaka-920315-1.
12 Eylül’de kadınlar

12 Eylül’ü hapishanede birbirine omuz olan, öyküler anlatan, tutuklu olduğu dönemin hayatında çok güldüğü bir dönem olduğunu söyleyen, faşizme karşı mücadeleden hiç vazgeçmeyen, Mamak Cezaevi’nde kalan Latife Türkyılmaz ile Selma Güven’den dinledik.

FAŞİZME KARŞI DİRENİŞ

​Latife Türkyılmaz, sözlerine 12 Eylül öncesini anlatarak başlıyor. O dönemde kadınların mücadele içinde daha çok yer almaya başladığını hatırlayan Türkyılmaz, “Toplumsal mücadele ülke çapında yaygınlaşıyor ve gelişiyordu. Kadınlar, mahallelerde okullarda, işyerlerinde, sendikalarda ekonomik ve demokratik hakları için mücadele ediyorlardı. Faşist saldırılar had safhadaydı. Buna karşın faşizme karşı direniş mücadelesi içinde kadınlar çok yaygın olarak vardı” diyor.

Aynı zamanda Ankara Kadınlar Dermeği’ninkurucusu olan Türkyılmaz, şunları dile getiriyor: “Bazı gözlemler yapma şansım oldu. 12 Eylül öncesi kadınların mahalle çalışmalarına katıldığını görüyor ve yaşıyorduk… Mahallelerine, okullarına, çocuklarının bulunduğu yerlere faşistleri sokmamak için yapılan çalışmalara kadınlar ön saflarda katılıyorlardı. Sonuç olarak kadınlar özellikle mahallelerde eşleri çocukları aileleri ile birlikte hem sivil faşist güçlerin hem de kolluk güçlerinin saldırılarına karşı mahallelerini bulundukları yerleri savunuyorlardı.1979 senesinde Fatsa’ya Fatsa Şenliklerine gitmiştim. Orada da kadınların çabalarına, mücadelenin içinde devamlı yer almalarına, her ortamda olmalarına tanık olmuştum.”

12-eylul-karanligina-karsi-ruzgari-onune-alip-giden-kadinlar-anlatiyor-sosyalizm-bir-gun-mutlaka-920313-1.
Latife Türkyılmaz

DİRENİRKEN KATLEDİLDİLER

​“Bu mücadelede onlarca kadın yoldaşımızı kaybettik” diyen Türkyılmaz, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Faşistlerin silahlı saldırılarında bombalı eylemlerinde çok arkadaşımızı kaybettik. İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt Kampüsü’nde öldürülen gencecik kadınlar vardı. Daha sonra, içeride tanıdığım arkadaşım Hüsniye ve kızkardeşi Meri’nin anneleri Menekşe Ana, seksen öncesi bir 1 Mayıs günü Tuzluçayır’da mahallesini ve çocuklarının okulunu savunurken öldürüldü. Yine bir 23 Mayıs gecesi evi basılarak katledilen, kimliği belli fakat asla tutuklanmayan faşist katillerce öldürülen TTB Merkez Konseyi Üyesi Doktor Sevinç Özgüner… Mücadelemiz içinde adı çok duyulan gencecik bir başka arkadaşımız Mine Bademci. 12 Eylül’den sonra tütün işçilerinin direnişine omuz veriyordu ve bir bağ evinde faşistlerce öldürüldü. Bu katliamların hiçbirini hiçbir gün unutmadık, unutmayacağız.”

​Mamak Cezaevi’nin tam bir cehennem olduğunu ifade eden Türkyılmaz, şöyle konuşuyor: “Cezaevi yönetimi siyasi tutuklu kadınları asker olarak görüyordu. Emirlere uymamızı bekliyorlardı. Dayatılan saçma sapan faşist kurallara uymadığımız için de ağır dayaklar yerdik. Çok zulüm gördük. Devrimci olduğumuz için, düzene karşı olduğumuz için bize hoşgörü gösterilmesi yasaktı. Görüş cezaları, gazete yasakları, kitap yasakları sürekli hale gelmişti. Her gün şiddet her gün dayak vardı. Bütün bunları dayanışma içinde birbirimize tutunarak, birbirimizden güç alarak atlatmaya çalıştık. Tüm bunlar olurken biz çok gülerdik, hatta eğlenirdik. Zengin hayal dünyamız sayesinde içerinin zorluklarıyla başetmeyi öğrenmiştik. Birbirimize okuduğumuz romanları anlatırdık, öyküleri anlatır, güzel günlerin hayallerini kurardık. Bize bu yaşatılan cehennemde yönetimin saçma uygulamalarına gülerdik. Çok güldüğüm bir dönemdi. Bu yaşadıklarımızı tek tek yazarak bir de kitap yaptık, UnutaMAMAK, 12 Eylül Kadınları.”

HEDEFİMİZ DEVRİM VE SOSYALİZM

​Türkyılmaz, “Cezaevinden çıktıktan sonra ise en büyük sorun iş bulmaktı” diyor ve ekliyor: “Birçoğumuz işimizden olduk… Öğrenciler okullarını bitiremedi, atılanlar oldu. Bazıları çok fazla ara vermiş de olsalar çalıştılar, çabaladılar, çok geç de olsa okullarını bitirdiler. Devrimcilere zaten iş vermiyorlardı. Kadınlara ise bu yollar iki kat kapalıydı. Evlerimizde sessizce oturmamız bekleniyordu. Bunu şu an yaşadıklarımıza benzetiyorum. 12 Eylül’ü yaşamış biri olarak şu an ülkemizde yaşananlara baktığımda toplumsal haklar açısından bugünün koşullarının daha geride olduğunu söyleyebilirim.Kadınların mücadelesi ise günden güne yükseliyor. 8 Martlarda, kadın platformlarında ortaya konan dayanışma çok değerli.Bugünden o günlere bakınca vay be diyorum! Ne büyük hayallerimiz varmış. Bugünden o günlere bakınca aşkolsun biz kadınlara diyorum. Ülkeyi değiştirmek istiyorduk, dünyayı değiştirmek istiyorduk. Bugün de aynı hayallerimiz var. Bunlar artık bence hayal değil. Gerçek olma yoluna girdi. Bunlar artık bizim hedeflerimiz. Bu mücadeleden hiç vazgeçmedik. Hedefimiz devrim ve sosyalizm. Bir gün mutlaka…”

Geçmişin bugüne bir pusula olduğunu söyleyen Türkyılmaz, “Biz bu mücadeleden hiç geri durmayacağız. O gün yaşananlar unutulmadı ve hiçbir zaman unutulmayacak… Dünyayı değiştirmeyi önümüze koyduysak çoğalmalıyız. Çok olmalıyız. Bu sadece öncülerin mücadelesi olarak kalmamalı” şeklinde konuşuyor.

12-eylul-karanligina-karsi-ruzgari-onune-alip-giden-kadinlar-anlatiyor-sosyalizm-bir-gun-mutlaka-920316-1.
Mamak Cezaevi’nde kadınlar

İKİNCİ İŞKENCEYLE KARŞILAŞTILAR

12 Eylül döneminde tüm devrimcilerin üstünde çok büyük bir baskı vardı. Öyle işkencelere maruz kaldılar ki onlarca devrimci işkence tezgâhlarında katledildi. Kadınlar ise bu korkunç işkencelerin yanı sıra küfre, tacize, tecavüze maruz bırakıldı. 12 Eylül’ü yaşayan kadınlar Mamak’ı kendilerine bir cehennem yapmaya çalışanlara karşı yürüttükleri mücadeleyi mutlulukla hatırladıklarını söylüyor. O günleri bir de Selma Güven’den dinliyoruz:

“Devrimci mücadeleyle gençlik hareketine dâhilolarak tanıştım. Devrimci mücadele epey güçlüydü fakat kadın hareketi o kadar güçlü değildi. Devrimci mücadele içinde de kadınların ve erkeklerin aldığı sorumluluklar bir değildi. Erkekler daha ön plandaydı ve daha çok sorumluluğu oluyordu. Kadınlar genellikle geri planda kalıyordu fakat hep mücadelenin içindeydik… Gözaltında, hapishanede tüm devrimciler işkence tezgâhlarından nasibini aldı. Fakat kadınlar o işkence tezgâhlarında tacize, küfre, tecavüze de maruz kaldı. Bize devrimci olduğumuzdan dolayı zaten büyük bir öfke vardı. Bunun yanı sıra kadın olduğumuz için de bir sürü aşağılamayla karşı karşıya kaldık. Yani kadınlar ikinci bir işkenceyle daha karşı karşıya kaldı diyebilirim. O dönem askeri cezaevinde kalıyorduk. Siyasi mahkûmlar askerin bir altı kabul edildiği için askerler oradaki tutukluların komutanı mantığıyla bakıyorlardı. Bu sebeple bizden asker gibi davranmamız bekleniyordu. Biz o dönem Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre kadınların asker olamayacağını söyledik. Bu yüzden bu asker komutan ilişkisini reddettik. O dönem sergilediğimiz direnişi hatırladıkça hala mutluluk duyarım. 12 Eylül dönemi gençlerin çok iyi anlaması gereken bir dönem. Şu an ki mücadele pratikleri için 12 Eylül’ü iyi anlamak gerekir.”

12-eylul-karanligina-karsi-ruzgari-onune-alip-giden-kadinlar-anlatiyor-sosyalizm-bir-gun-mutlaka-920314-1.
Selma Güven

BİRBİRİMİZE SAHİP ÇIKTIK

“Biz kadınlara Mamak’tayken her şey yasaktı. Görüş yasağı, kitap yasağı, gazete yasağı, kantin yasağı… Her şey yasaktı. Her gün istisnasız dayak yerdik. Kurallara uymuyorduk. Bunun karşılığı ise sert oluyordu. Ben ara tahliye olmuştum. Tahliye olurken kafes diye bir yere koyuyorlardı. Orada arkamızı dönmemizi istiyorlardı. Kendilerini görmemizi istemiyorlardı. O gün arkamı dönmediğim için gece evimden tekrar alındım. 3 ay da bunun için hapishanede kaldım. Bu kadar büyük bir baskı vardı. İnsan olarak yaşanamayacak bir yerdi. Tüm bunlara rağmen dayanışma bizi ayakta tuttu. Belki bugünlerde örnek olması gereken bir dayanışma bu. Her gün dayak yiyorduk. Ama dayak yerken birbirimizin önüne geçiyorduk birbirimizi korumaya çalışıyorduk. Koğuştan ifade için birini almak istediklerinde vermemek için ağır dayaklar yiyorduk. İçerde olduğumuz süre boyunca hepimiz birbirimize sahip çıktık.”

***

MÜCADELE ÖYKÜLERİ KİTAPLAŞTI

12 Eylül’de kadınların verdiği büyük direniş ve mücadele yıllar sonra kitaplaştırıldı. Cezaevinde kalan, işkence gören kadınların anlatıldığı ve bu kadınların yaşadıklarını anlattığı kitapların arasında ‘UnutaMAMAK 12 Eylül Kadınları’, ‘Ateşe Uçan Pervaneler’ ve ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’ yer alıyor.

2015’te çıkan, Redaksiyon’un derlediği ‘UnutaMAMAK 12 Eylül Kadınları’ kitabı, Mamak’ta kalmış kadınların mücadele öykülerinden oluşuyor. Yazılanlar aslında aralarındaki bağı, dayanışmayı da anlamayı sağlıyor. Bu kitapta yaşasaydı belki de ‘şair’ olacaktı denilen bir kadın var: Gülsüm… Nurten AykanatGazibeyoğlu, kitapta Gülsüm için şu ifadeleri kullanıyor:

“Canım arkadaşım,

Gülsüm, sanırım dünyaya geldiğinde kocaman bir ‘elmas’tın. Saf, temiz, işlenmemiş. Elmas kadar dayanıklı, elmas kadar değerliydin. Annenin sıcacık kucağında büyüdün… Akıllı bir kızdın. Gözaltına alındığında 20’li yaşlarda bir üniversite öğrencisiydin. Ankara Emniyet’inin bir bölümü olan DAL’da acımasızca hırpaladılar seni. Mamak Kadınlar Bölümü, D Blok 2. Koğuşa getirildin. Yeşil ile bal sarısı arasındaki zeki bakışlı gözlerin pırıl pırıldı. Gözlerinden görülürdü yüreğinin sıcaklığı. Senin sıcaklığını hissetmek için dudaklarından dökülecek sözleri beklemek gerekmezdi. Gözlerine bakmak yeterdi. Az konuşur çok çalışırdın. Sessiz ve derindin… Yüreğin dostların için, sevdiklerin için yumuşacık, düşman bildiklerin için katı idi. Haksızlığa, onursuzluğa karşı direngendin.”

OMUZ OMUZA VERMEYİ…

Dipnot Yayınları’ndan 2011’de çıkan ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’ ise Mamak’ta kalan 55 kadın mahkûmun cezaevi anılarını okurlarla buluşturuyor. ‘Kaktüsler Susuz da Yaşar’, “Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeyken bir güvercin ürkekliğindeydik önceleri… Ürktük, çekindik, korktuk, kaygılandık ve de suskun kaldık. Anlamaya çalıştık. Sonra toparlandık. İnsanlığımızı, kişiliğimizi, devrimci değerlerimizi savunmak üzere güçlerimizi birleştirdik. Suya atılan taş misali başladı bu başkaldırı… Önce küçük bir halka, sonra giderek büyüyen, çoğalan ve tüm suya yayılan halkalar gibi… Orada büyüdük… Orada tanıdık kendimizi ve birbirimizi… İnsanı, insanlığı, dostluğu, dayanışmayı… Sevmenin gerçekten ne demek olduğunu… Ve de birbirimizi farklılıklarımızla sevmeyi… Sırt sırta, omuz omuza vermeyi… Konuşmadan, sessiz yüreklerin sesiyle iletişim kurabilmeyi…” sözleriyle başlıyor.

BİR BAŞKA CEHENNEM

Kalkedon Yayınları’nın 2015’te bastığı ‘Ateşe Uçan Pervaneler’ kitabında da AlimeMitap, şöyle anlatıyor: “Mamak Askeri Cezaevi bir başka cehennemdi. Annemin beni bulması hiç kolay olmamış, uzun süre bizden haber alamamış. (Babamı 1978’de kaybetmiştik.) 12 Eylül Darbesi’nden sonraki dönemde bizim aileden toplam 9 genç ya kaçak durumda ya da cezaevindeydiler. Annem, yengemle birlikte kucaklarında oğlum Ertan ile benim görüşüme geldiklerinde 23 Nisan olmasına rağmen “görüş yasağı” vardı. Annem biz uzaktan geldik. Hiç olmazsa çocuğu annesine gösterin! diye ısrar ederek Ertan’ı içeri göndermeyi başarmış. O anlar benim için asla unutmayacağım güzel anlardı… Koğuştaki arkadaşlarla birlikte Ertan’ın başına toplandık. O zaman 1,5 yaşındaydı. Çok neşeli bir bebekti. Bir arkadaşın diş fırçasını alıp saçlarını taramış, başka bir arkadaşın gözlüğünü alıp kendi gözüne takmıştı.”

***

YOLUMUZUN KIZIL GELİNCİĞİ

12 Eylül’ün ardından ‘Yolumuzun kızıl gelinciği’ Mine Bademci, katledildi. Mücadelesi şiirlere, şarkılara konu olan Mine, darbeden sonra öldürülen ilk kadın Devrimci Yolcuydu.

12-eylul-karanligina-karsi-ruzgari-onune-alip-giden-kadinlar-anlatiyor-sosyalizm-bir-gun-mutlaka-920317-1.
Mine Bademci

. İzmir’in Alaçatı kasabasında doğdu, Mine. Alaçatı Halk Odası ile tanışarak devrimci mücadeleye katıldı. Buca Eğitim Fakültesi’nde öğrenciyken okulu bırakarak Urla’daki devrimci faaliyetlere katıldı. Urla’da tütün işçileri ile çalışma yürüttü. Herkes tarafından sevilen bir devrimciydi… 12 Eylül’den sonra arkadaşlarıyla birlikte kırsal kesime geçti. 22 Eylül günü bir bağ evinde etrafları sarıldı. 20 kişiydiler fakat Mine aralarındaki tek kadındı. Çemberi yarıp çıkmaya karar verdiler. Aralarında ilk dışarı fırlayan Mine oldu. Mine, 32 kurşunla öldürüldü. 18 yaşında gencecik devrimci bir kadındı. O bağ evinde direnişin simgesi oldu. Mine’nin ardından ise 1 fotoğrafı kaldı. Mine’nin fotoğraftaki kararlı bakışları devrimci mücadeleye de ışık oldu. Sevinç Eratalay, Mine Bademci için söylediği ‘Militan Mavisi’ şarkısında, şöyle diyor:

“Ne ağıt yakılsın ardından, ne duvara asılsın resmin
Ardından yalnızca rüzgarı önüne alıp gitti desinler.”